Okul yolumun üzerindeki ekmek fırını, bir de inşaat o yıl hayatımıza girmişti. Çekiç seslerinden, arada bir çalışanların uzun havalarından ve bitmez tükenmez ekmek kokularından rahatsızdı hem okul hem mahalle. Oysa her ikisi de benim için özel anılar oldular.
Oldum olası taze ekmek kokusu cezbeder beni birçoğunuzu cezbettiği gibi. Ramazan münasebetiyle yakınımdaki fırından gelen pide kokusu beni o günlere götürdü.
Fırın yeni açılmış, inşaat da biz tatildeyken başlamıştı. Öğrencilerimle önünden geçerken, oturuyorlarsa mutlaka ayağa kalkarlar, ben de onlara hal hatır sorardım. Üstleri başları perişan işçilerle diyaloğum, öğrencilerime alın terine olan saygı mesajımdı.
Havanın sıcak olduğu bir sabah fırından gelen koku ile ciğerimi doldururken inşaatın işçilerini ters çevirdikleri kasalara gazete yayarken gördüm. Bir tanesinin elinde de muhtemelen sıcak olduğu için gazeteye sarılmış ekmekler vardı. Hal satır sorarken geldi kocaman tavada menemen. Naylon tabaklarda bir kalıp dilimlenmiş peynir, zeytin, salatalık, domates. Ekmeği böldü en genç olanları. Benim okula dönmesi için günlerce yalvarıp ikna edemediğim Hasan. Uzandım ekmeğin birini alıp kopardım ucunu, izin istedim ve bandım menemene. Onlar bana şaşkın, ben lezzete. Biraz sonra teneke üzerinde demlenen çayın kokusu, çekiç, keser sesleri tahta başındaki sesime eşlik edecek.
Teneffüslerde öğretmenler odasının değişmeyen konusu inşaat.
-Ders yapamıyoruz gürültüden, diyor bir arkadaş oflayarak.
-Sabah gelirken gördüm gazete kâğıdının üzerinde zeytin peynir yiyorlardı. Bırakın üç beş kuruş kazansın garipler. Camları kapatınca duyulmuyor sesler dedim.
-Hava çok sıcak ama.. diyor diğer bir arkadaş da öfkeli bakışları eşliğinde.
Umursamıyorum ağzımda hala menemenin eşsiz lezzeti.
Yine bir gün onlar seslendi.
-Hocam buyurmaz mısın?
-Ne pişirdiniz?
-Kuru fasulye..
-Dün geçerken söyleseydiniz pilavı da benden olurdu. Ama midem rahatsız maalesef yasaklıyım dedim fakat yine de tadına baktım bir lokma ekmek bandırarak, akıllarına başka bir şey gelmesin diye. Dilimlenmiş karpuz, doğranmış salatalık, domates, biber, üzüm ve muhtemelen yumrukla ezilmiş birkaç baş soğan.
-Hepsi memleketten, dedi çavuş. Kuru fasulye, çay Rizeliden. Kavun karpuz memleketim Kazan’dan, üzüm Kırşehir’den. Domates, biber, salatalık Ayaş’tan..
Hasan seslendi tenekenin ateşini harlarken:
- Zeytin de benim Ayvalık’ımdan..
Memleketimizin toprağı verimliydi. Bire on verirdi sever, özenirsen. Garibin kileri dolardı memleketten gelenlerle. Küçümsenirdi o zamanlar hububat. Büyük şehre göçmüş insanların mutlak aile büyükleri onları desteklerdi. Kira, ulaşım, elektrik su ve memleketlerinde yetişmeyen yiyecekleri alarak geçinip giderlerdi.
Görünmez ama bilinen eller alabora ettiler bu düzeni. Yavaş yavaş yıldırdılar, emekleri hiçe sayıldı, ekip biçmekle ancak karınlarını doyururken Anadolu insanı, aracılar en lüks araçlarla aldılar ürünlerini. Emeklerine değmeyen tarlalarını, açgözlü yap-satçılara ve sözde modernleştiriyoruz diyen yerel yönetimlere kurban ettiler kahırlanarak.
Şimdi o işçi kardeşlerimi düşünüyorum. Soğuk inşaat betonlarında yatarak, memleketlerinden getirdikleri ile beslenerek, aileleri ve evlatları için bir yuva kursun diye ter dökerek biriktirdiklerini bu gün olsa ne yaparlardı? Veya şimdikiler ne yapıyor? Biriktirmek şöyle dursun karınlarını doyurabiliyorlar mı? Hasan keşke hocamı dinleseydim, diye anıyor mu beni? Hoş okuyanların hali de çok farklı değil.
Tarihlere bir tarım ülkesi olarak yazılan ülkemin, bakir altın toprakları çoktan göçmen tohumlarla kirletildi. Hiçbir sebzenin meyvenin kokusu bize ait değil. Özlüyorken o günleri burnumuzun direği sızlıyor.
Suç kimin?
Çaresizliğe boyun eğenin mi? Bunu fırsata dönüştürenin mi, emekler heba edilip ülke iğdiş edilirken keselerini dolduranların mı, yoksa tüm bunları film gibi izleyen tepkisiz bizlerin mi?
Ramazanı ’yoksul ve zenginin eşitlendiği günler’ olarak yaşayan bir ailede büyümenin yansımasıyla, çöpe giden, israf edilen onca yiyecek ve ekmeğin kaç cana ulaşacağını düşünmeden edemiyorum.
Bu güzel ve özel günler uyanışımız olsa, en azla yetinebilsek, hem kesemize hem de emanet bedenimize daha hayırlı olmaz mı? |